Ömer Muz: “Resmettiğim İstanbul, Sait Faik’in, Orhan Veli’nin, Salah Birsel’in İstanbul’u…

2 1.723

 

Suluboya, 34 x 24
Sokaktaki insanlar, kıyılar,  iskeleler, balıkçılar, tekneler, evler… Karda, yağmurda, gün batımında, sabahın köründe… İstanbul’un en güzel hallerini  suluboya resimleriyle belgeleyen  bir ressam Ömer Muz. Bu blogda mutlaka  resimlerine yer vermeliydim. Acıbadem’deki atölyesinde buluştuk:

İstanbullu musunuz Ömer Bey?
Evet Acıbadem. Kendimi bildim bileli bu semtte yaşıyorum.
Benim İstanbul’um ne yazıkki artık yok. Kentsel dönüşüm projeleriyle İstanbul bize giderek daha çok yabancılaşacak. Çocuklarımızın yaşayacağı İstanbul ile bizim yaşadığımız İstanbul arasında çok büyük farklılıklar olacak. Benim bahsettiğim İstanbul, Sait Faik, Salah Birsel, Orhan Veli İstanbul’udur. Orhan Pamuk’un romanlarında yaşattığı İstanbul’dur…

İstanbul’a dair hayal projeniz?
Benim bütün sergilerim İstanbul’la ilgiliydi. İstanbul aşığı ressam olarak anılırım. Bu da bana büyük bir mutluluk veriyor.

 


Suluboya çalışıyorsunuz. Zoru seçmişsiniz.
Evet. Çoğunlukla suluboya çalışıyorum. Suluboyada zor olanı yapabilmek keyif veriyor. Herkesin yaptığını yapmayı sevmeyen bir karakterim var. Sanatta ve kişilikte sıradanlığı sevmem. Bu da beni özel yapıyor. Yapılmayanı yapmak anlamlı geliyor.
Eğitiminiz?
Alaylıyım. Akademik eğitim görmedim.
Ustanız?
Ustam yok. Kendi kendimin ustasıyım.
Resim yapmaya nasıl başladınız?

Tam olarak tarihini veremem. Resim yapma duygusu çocukluk dönemimden başlayarak olgunluk dönemimde de devam eden bir tekamül süreci. Hiç tamamlanmayan bir süreç. Sanatta durmak yoktur. Kendini sürekli aşmak ve yenilemektir sanat.


Peyzaj’larınızı yerinde mi, fotoğraftan mı çalışıyorsunuz?

Sketch defterime eskiz ve karalamalar alırım. Fotoğraftan da çalıştığım oluyor. Önce fotoğraflayıp sonra suluboya çalışıyorum.
Nasıl çalışmayı seviyorsunuz?
Müziksiz çalışmam. Bach, Vivaldi, Mozart… Klasik müzik dinleyerek çalışırım. Zaman zaman da özüme dönüp kendi müziklerimizi dinlediğim oluyor.


Belgesel çalışıyorsunuz.

Evet resimlerimdeki bu tadı seviyorum. Zaman zaman ironik mesajlar vermeyi de seviyorum. Geçmiş-gelecek arasındaki doku değişikliklerini resimlerime yansıtmak istiyorum. Benim İstanbul’um çocukluk dönemimin, anılarımın İstanbul’u. 50’ler, 60’lar… 80’lerdeki korkunç değişime kadarki bölüm yani…

 

Sanat ve Toplum dediğimde ne söylemek istersiniz?
Sanatı var edebilmek için insanın kendi toplumsal gerçekliğini bilmesi, kültüründen, özünden beslenmesi gerektiğine inanıyorum. Kendi köklerimizden beslenmeliyiz. Kültürü, mekanı, tarihi ile sanatçı kendi çağının tanığı olmalıdır. Türk toplumuna baktığınız zaman kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına renkli bir mozaik görürüz. Folklorik ve coğrafik lezzetlerle karşılaşırız. Ulusal, uluslar arası binlerce sanatçıyı besleyecek zengin malzeme var bu topraklarda.

Şanslıyız.
Evet. Anadolu’nun zengin motifleri, günümüze kadar gelen o kadar çok malzemeyle karşı karşıyayız ki… Sanatçıyı yüzyıllardır besleyen ve besleyecek  zengin bir arşivle yüzyüzesiniz.
 
 
Sanat eğitimini toplum için gerekli görüyor musunuz?
Çok küçük yaşlardan itibaren başlaması gereken bir eğitim, sanat eğitimi. Devletin sağlam bir kültür sanat politikası olmalı. Maalesef çok küçük istisnalar hariç, hiçbir hükümet döneminde ülke sathına yayılabilecek böyle bir çalışma yapılmadı.  

Yapılsaydı ne değişirdi?

Günlük yaşamın her alanına yansıyan davranış biçiminden tutun da tiyatrosu, sineması, mimarisi, plastik sanatlarına kadar çok şey değişirdi. Sokaklarımızın, bahçelerimizin, balkonlarımızın estetik bir duruşu yok. Rant avcılarına teslim edilmiş bir şehir oldu artık. Sanattan yoksun bırakılmış kesimler. Estetikten yoksun tavırlı insanlarımız… Batı medeniyetlerinde böyle değil. En basitinden sokaklarımıza bakalım. Kış gününde giyim kuşamda herkes koyu renkleri tercih etmiş. Siyahlar, kahverengi ve grilerle karanlık iç dünyalarına sahip gibiler. Ana babalarımızdan aldığımız eğitimde bile “kir göstermesin” anlayışı var.


İstanbul doğru sanat eğitimi almış bir insanla nasıl olurdu?

İstanbul daha farklı olurdu. Tarihsel dokusunu, estetik dokusunu kaybetmezdi. Teknolojk değişime kurban edilmiş bir şehir şimdi İstanbul. Mimar ve Mühendisler Grubu’nun geçenlerde dediği gibi gökdelenler İstanbul’un bağrına saplanmış birer hançer gibi duruyor.

Suluboya, 50 x 34

Sanat çevresi nasıl etkileniyor bu durumdan?

Sanattan, kültürden uzak yaşayan bir toplumun geleceğini çok aydınlık görmemiz mümkün değil. Son 10 yılda ciddi anlamda geriye gidiş var. Gelir kaynaklarının geniş olduğu dönemlerde koleksiyonerler daha çok resim alıyordu. Sergilerimden biliyorum. Eskiden daha çok sergi gezilirdi. Ekonomik parametrelerle çok ilgisi var gerçi… Aydınlanma süreci durdu. Geriye gidiş var. Sanat hareketlerinde bir tıkanma var. Medyada sanat programlarına ayrılan yer azaldı. Sanat haberlerine yer veren kanal sayısı az. Devlet televizyonlarında daha çok sanat programı var.

Bu bir çelişki değil mi?

Devlet televizyonlarının asli görevlerinden biri bu. Yapmaları gerekiyor zaten. 

Ömer Muz atölyesinde
2 Yorumlar
  1. Adsız diyor

    Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

  2. Adsız diyor

    Tüm kalbimle katılıyorum

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.